Sanırım henüz ortaokuldaydım, ergenliğe girilen ve sürekli sinirli olarak dolaşılan bir zamanı yaşıyordum. Çok sinirli bir çocuktum. Şimdi bile nedenini anlayamıyorum, evde her şey yolundaydı, okulda ise sınıf birincisiydim. Ama şu bir gerçek ki okuldan eve döndüğüm an annemin günümün nasıl geçtiği ile ilgili yönelttiği sorulara cevap vermek istemiyor, her şeyden sıkılıyor ve yalnız kalmak istiyordum. Ne yazık ki yalnız kalmak istediğimi bağıra çağıra talep ediyordum.
Yarım saat önce uyandım. Rüyamda eve misafir gelecekti. Eşim, annem, babam, kardeşlerim, kayınvalidem, kayınpederim ve bazı akrabalar aynı evdeyiz ve hazırlık yapıyoruz. Ben lüzumsuz bir telaş içindeyim, etraftaki herkese bağırıp, çağırıyorum. " Hadi ama hazırlıklar yetişmedi mi?, Zaten sen hep böyle uyuşuksun, Tembel teneke çabuk buraya gel, Şu battaniyeyi kaldırın ortadan, Ahhhhhh bıktım sizden, Misafirler gelmek üzere.'' Genel olarak söylediklerim bu yönde ve çoğunlukla bu lafları eşime söylüyorum. O ise gıkını çıkartmadan milföy börekleri hazırlıyor, ben ne dersem yapmaya çalışıyor. Ama ben hala beğenmiyorum. Bütün rüya böyle geçti ama misafirler gelmedi. Uyandığımda eşim işe gitmişti ve ben çok utanıyordum. Evet rüya olduğunu biliyorum fakat etkisinden kurtulamıyorum. Ve ne yazık ki ben bazen böyle bir insanım. Çevremdekilere istemeden zarar veriyorum. Şu telaşımdan, sinirimden ergenlikten beri kurtulamadım. Her şey mükemmel olacak illa ki. "Yahu şart mı Nugi, bazen de eğri dursun'' diyorum yok olmuyor.
Bir de ben ortamın elektriğinden çok etkileniyorum. Hissediyorum ve gergin bir ortamsa ben de gergin oluyorum. Bunu bilinçli olarak yapmıyorum, kendi kendine oluyor. Genellikle ben de gerilmiş ya da üzülmüşsem ya da bazen seviniyorum ''Daha sonrasında ya ben bu modda değildim neden böyle oldu şimdi'' diye düşünüyorum. Kendimi dinleyen ve anlamaya çalışan bir insan olduğum için zamanla çözdüm bu olayı. Anladım ki ben ortamdaki tüm iyi veya kötü elektriği çeken insanım. Literatürde geçer mi bilmem ama ben böyle olduğuma eminim. En az etkilenmek için mutlaka bir yol bulmalıyım.
Yazının başında bahsettiğim gibi ortaokul zamanlarımda aileme bağırıp, çağırırken babacığım elinde rulo yapılıp, kurdele işe bağlanmış bir kağıtla çıkageldi. "Değerli kızım al bu kağıtta yazılanları sana hediye ediyorum, iyice konsantre olarak oku ve düşün. Sonrada aklına yatarsa uygula'' dedi. Ben kağıdı açtım, okudum ve babamın bana anlatmak istediklerini görünce kendimden utandım. Kendimi sorguladım ve belki milyon kez okumuşumdur o yazıyı. Şimdi ezbere biliyorum. Hala o olgun insan değilim ne yazık ki!!! Ama olmak için uğraşıyorum. Aklımdan yazıyı okuyorum. Sükûnette kalmaya çalışıyorum. Belki bir çoğunuzun bildiği yazıyı paylaşmak istiyorum. Ne de olsa bilmek, anlamak değildir. Belki buradan okuyup bir anlam çıkarırsınız.
Huzurlu pazarlar...
"Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol, telâşsız, kısa ve açık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşin ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir işi seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayaller başlamış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.
Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bahçedir. O bahçeye lâyık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile bir zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik mekânıdır." Xsentus (İ.Ö 9. yy.)
Ben de bu yazıyla lise yillarimda tanismistim. Almak isteyene cok sey veren bir yazi.
YanıtlaSilBen ilk kez okuyorum yazıyı ve çok beğendim. O yazıda yazanların yarısını yapabilsek ne mutlu bize...
YanıtlaSilSevgiler :)
Yapilan kötülügü unutuyoruz...bunu basariyoruz en azindan yoksa baska insanlarla bile konusamaz olurduk...kötülük yaptigini bilmeyen kendini hep iyi zanneden egolarina, nefislerine yenik dusen insanlar yüzünden kaybettigimiz güveni ancak 'unutarak' yeniden kazandigimizi düşünüyorum..
YanıtlaSilUnutmak ve affetmek en büyük erdemdir, fakat unutmak için insanın önce kendini sevmesi gerekmektedir. Zaten unutabilen insan egolarına yenilmeyen insandır. O zaman seni tebrik edelim:))) canım benim...
YanıtlaSil